Deniz Yücel: “Hüda Par Genel Başkanının Yaptığı Hadsiz, Küstahça, Meydan Okuyan Açıklamalarına En Üst Perdeden Tepkiler Geldi.
(ANKARA) – CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Anayasa’nın ilk 4 maddesiyle ilgili, “Cumhur İttifakı’nın böyle bir sıkıntısı yoktur” açıklamalarına ilişkin; “14 Mayıs seçimlerinde TBMM’ye taşıdıkları Gaffar Okan’ın katillerin avukatlığını yapan, 2014 yılında Hizbullah’ın sözcülüğünü yaparak ‘Hizbullah canlı ve silahlıdır’ diye demeç veren HÜDA PAR Genel Başkanının yaptığı hadsiz, küstahça, meydan okuyan açıklamalarına toplumun geniş bir kesiminden en üst perdeden, en sert şekilde tepkiler geldi. Bu tepkiler geldikten sonra Sayın Erdoğan, böyle bir açıklama yapma yoluna gitti. Meclis’e kendi taşıdıkları üç beş oy uğruna ittifak yaptıkları bu hadsiz açıklamaları, AKP’nin ve onların bilgisi olmadan yapmaları mümkün değil. En sert ve en ağır şekilde tepkiyi gördüler ve Sayın Erdoğan da böyle bir açıklama yapmaya mecbur kaldı” dedi.
CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel, MYK toplantısı devam ederken toplantının gündemine ilişkin basın açıklaması yaptı. Yücel’in açıklamaları şöyle:
“Ordu İl Jandarma Komutanlığı’nda görevli Jandarma Astsubay Çavuş Mehmet Fatih Çangır, görevi başındayken motosiklet çarpması sonucu yaralanmış ve sonrasında kaldırıldığı hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak şehit düşmüştür. Şehidimize Allah’tan rahmet, ailesine sabırlar diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.
“Parti programımız, iktidara geldiğimizde ülkemizi nasıl refaha çıkaracağımızın yol haritası olacaktır”
MYK toplantımız halen devam ediyor. Bugünkü toplantımızda, az sonra değineceğim ülke gündemine ilişkin başlıkların dışında, parti programımızın hazırlıklarıyla ilgili de görüşmeler yaptık. Parti programımız, iktidara geldiğimizde 22 yıllık tahribatın ülkeyi sürüklediği karanlık tablodan ülkemizi nasıl refaha çıkaracağımızın yol haritası olacaktır. Bu nedenle üzerinde titizlikle çalışıyoruz. Parti programımız sadece CHP üyeleri için değil, bütün Türkiye için büyük bir önem taşıyor. Çünkü bugün, parti programını hazırlayan kadrolar, yarın hükümet programını hazırlayacaklar. Hükümet programını hazırlayacağımız günlerin ilk adımlarını atmanın bilinciyle büyük gururla çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
“Cevdet Yılmaz’ın enflasyonla mücadele edildiğini düşünmesi garabet”
Büyük bir toplumsal bunalım yaşıyoruz. Ülke gündeminde sürekli toplumun ahlaki değerlerine ve vicdanına dokunan konular var. Bunun yanı sıra, artık kronikleşen ekonomik buhran işçisinden emeklisine, memurundan esnafına, çiftçisinden dar ve orta gelirlisine kadar herkesi çaresiz bırakmış durumda. Toplumda büyük bir mutsuzluk ve umutsuzluk hali mevcut. Akıllarda ödenemeyen faturalar, kredi kartı borçları, kiralar ve mutfak masrafları var. Vatandaş geleceğinden umutsuz. Sokakta durum böyleyken sarayda ise durum toz pembe. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’a göre, enflasyonla mücadelede kısa vadeli zorluklar yaşanabilirmiş. Sayın Yılmaz’ın enflasyonla mücadele edildiğini düşünmesi bir garabet, uzun vadeli zorluklardan haberinin bile olmaması ayrı bir garabet. Anlaşılan iktidar partisi üyelerinin saray ekonomisi dışında, ekonominin gerçeklerinden, bilhassa da sokağın gerçeklerinden haberleri dahi yok. Enflasyonla mücadele neden sokakta hissedilmiyor, neden mutfakta hissedilmiyor? ‘Enflasyonu kademeli bir şekilde düşürürken büyümeye de devam ediyoruz’ demek tam anlamıyla vatandaşın aklını ve zekasını hafife almaktır.
“İtibardan da tasarruf olur israftan da tasarruf olur lüksten ve şatafattan da tasarruf olur”
Siz hangi ekonomik reformu yaptınız, hangi kurumun özerkliğini güçlendirdiniz de hem enflasyon düşecek hem de büyüme devam edecek? Türk lirası döviz karşısında değer kaybetmeye devam ederken, ülkede can ve mal güvenliği kalmamışken, hukukun üstünlüğü yerini üstünlerin hukukuna bırakmış, bağımsız ve tarafsız yargıya rahmet okunurken AKP yöneticileri hala kendilerinin bile inanmadığı açıklamalar yapmaya devam ediyor. Şatafatınızdan, makam araçlarınızdan, lüks otellerinizden, markalı saatlerinizden, ıstakozlu akşam yemeklerinizden, çifte maaşlarınızdan ve huzur haklarınızdan kısmadan büyümeyi, enflasyonla mücadelenin önünde tutan orta vadeli bir programla bunun olmayacağını da Orta Vadeli Plan ile (OVP) ekonomik buhranın faturasını işçiye, emekçiye, emekliye kısaca, dar gelirliye çıkardığınızı gayet iyi biliyorsunuz. Vatandaşın kursağındaki ekmeğe el uzatıyorsunuz ama iş kendinize gelince lüksünüzden, şatafatınızdan vazgeçmiyorsunuz. ‘İtibardan tasarruf olmaz’ diye bir şey tutturmuşlar. Olur kardeşim, itibardan da tasarruf olur israftan da tasarruf olur lüksten ve şatafattan da tasarruf olur.
“Bu saray üç emeklinin maaşını, bir dakikada harcayan bir kara delik”
Bakın, Cumhurbaşkanlığı sarayının sadece ağustos ayında yaptığı harcama, 1 milyar 798 milyon 969 bin lira. Cumhurbaşkanlığının bir aylık harcaması, 900 bin öğrencinin KYK kredisine denk. Cumhurbaşkanlığı bir günde 58 milyon 31 bin lira, bir saatte 2 milyon 417 bin lira, bir dakikada 40 bin 299 lira harcadı. Bu saray üç emeklinin maaşını, bir dakikada harcayan bir kara delik. AKP iktidarı emeklilerle dalga geçmenin ötesinde, artık emeklilerden vazgeçmiş durumda. Emeklilerin aylık 12 bin 500 TL ile geçinmesini beklemek, emeklilere ‘siz yaşamayın’ demek.
“Gezi olaylarının ekonomiye olumsuz bir etkisi olduysa o da Can Atalay, Osman Kavala ve Tayfun Kahraman’ı tutsak etmenizden kaynaklanmaktadır”
Bu zihniyetin gözü öyle kör olmuş ki Erdoğan’a göre Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik durumun müsebbibi Gezi olaylarıymış. ‘Ben ekonomistim’ diye atıp tuttuğu günleri, ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ diye ahkam kestiği günleri, ekonominin başına geçirdiği muhteris damadını, gözlerinden ışık saçan, sürekli sırıtan, sırıtmaktan başka bir iş bilmeyen bakanını, Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesaplarına ödenen milyarlarca lira faizi, gömlek değiştirir gibi değiştirdiği Merkez Bankası Başkanlarını unutmuş; ekonomik krizin sorumlusu Gezi olaylarıymış, öyle mi? Sayın Erdoğan, bunu bile iddia edebilecek kadar insicamını yitirmiş durumdasın. Görüyoruz ki Gezi olaylarından hiç ders almamışsın. Ekonomideki beceriksizliğinizin, basiretsizliğinizin faturasını yeşile, doğaya, yaşam tarzına sahip çıkan insanlara yıkma gayretindesin. Gezi olaylarının ekonomiye olumsuz bir etkisi olduysa o da Can Atalay, Osman Kavala ve Tayfun Kahraman gibi isimleri haksız yere, hukuksuz yere, kumpas davalarıyla Silivri zindanlarında tutsak etmenizden kaynaklanmaktadır. Bir ülkede hukuk olmazsa, adalet olmazsa, yargı bağımsızlığı olmazsa o ülkede ne ekonomi düzelir ne de demokrasi olur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını tanımayan bir ülkeye, ne yabancı yatırımcı gelir ne kendi yatırımcısı bir kuruş yatırım yapar ne de ülke parasının değeri olur.
“‘Bilal’e anlatır gibi’ cümlesinin öznesi olan bir adam, binlerce emekçinin hak mücadelesiyle ilgili ahkam kesemez”
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, şimdi de oğul Bilal Erdoğan çıkmış, ekonomiyle ilgili akıl veriyor. Neymiş efendim, EYT felaketmiş. Neymiş efendim, kandırılmışmış. Neymiş efendim, siyasetin popülizme zorlamasıymış. Bana bak, Bilal Erdoğan, bu işler seni aşar. EYT dediğin şey emektir, alın teridir, hak ve hayat mücadelesidir. Sen, Cumhurbaşkanının oğlu olmak dışında hiçbir vasfı olmayan bir adamsın. Gemiciklerle anılan, paraları sıfırlamakla anılan, ‘Bilal’e anlatır gibi’ cümlesinin öznesi olan bir adam, binlerce emekçinin hak mücadelesiyle, alın teriyle ilgili ahkam kesemez. Sana bir şey söyleyeyim: Felaket nedir biliyor musun? Felaket olan EYT değil, felaket olan AKP iktidarının ta kendisidir. İnsanda birazcık utanma olur.
“Bakan Bey markete gitmiş, hayat pahalılığıyla tanışmış. Günaydın”
Utanma demişken Bilal Erdoğan kadar ekonomiden anlamasa da Mehmet Şimşek de bazı değerlendirmelerde bulunmuş. Markete gitmiş, hayat pahalılığıyla tanışmış. Vatandaş dert yanınca Türkiye’nin en büyük sorununun geçim sıkıntısı olduğunu anlamış. Ne diyelim, günaydın. Sorunu, göreve geldikten bir yıl sonra teşhis etmiş. Fiyatlar artıyormuş ama yavaş artıyormuş. Bu hiç kimsenin fark edemediği, müthiş tespitleri nedeniyle kendisini tebrik ediyoruz. Bunları söylerken biraz olsun utandı mı, bunu da merak ediyoruz. Ekonomistler ciddi bir devalüasyon riskinden söz ediyor, döviz krizi endişesini dile getiriyor. Kira sorunu büyüyor. İşsizlik artıyor. Asgari ücret, yoksulluk ücretine dönüşmüş durumda. Emekli feryat ediyor. Bakan Bey daha markete yeni gitmiş, çarşı pazardaki durumu daha yeni görmüş. Vallahi bravo.
“Erken seçimden korkuyorlar çünkü Erdoğan’ın kazanamayacağını biliyorlar”
Hal böyleyken AKP Sözcüsü Ömer Çelik, ‘Erken seçim olmayacak, seçim zamanında yapılacak’ diyor. Çok ama çok yanılıyor çünkü halk geçinemiyor. Bu halk, bir üç buçuk sene daha bu ağır ekonomik koşullara dayanamaz. Geçim olmazsa seçim olur. Erken seçimden korkuyorlar çünkü Erdoğan’ın kazanamayacağını biliyorlar. Erken seçim istemiyorlar çünkü sokağa bile çıkamıyorlar. Erken seçimden çekiniyorlar çünkü söyleyecek sözleri, yapacak icraatları yok. Emeklinin tepkisinden, öğrencilerin feryadından, kadınların eleştirilerinden rahatsızlık duyuyorlar. Artık AKP’nin masallarını dinleyecek bir kitle yok. Bu ülkede artık yeni sayfalar açılacak. Türkiye’de değişim başladı, bunun önünde kimse duramaz.
“Bir çocuğun naaşı üzerinden siyaset yürütülmez de sen Berkin Elvan’ın annesini seçim meydanlarında yuhalattığını ne çabuk unuttun Erdoğan”
Bu ülkeyi çocuklar için güvenli bir yer haline getiremediğimiz her günü sorgulamamız gerekiyor. Sekiz yaşındaki Narin’i toprağın altına gönderen bu organize kötülükle hukuk önünde hesaplaşmadan yeni Narinlerin ortaya çıkmasını engelleyemeyiz. Bunun için de etkin bir soruşturma, bağımsız ve tarafsız bir yargılama yapılması gerekiyor. Ama bizde ne oluyor? Daha Narin kızımız bulunmamışken bir AKP Milletvekili çıkıyor, ‘Bildiğim her şeyi söyleyemem. Aile, dostum’ diyebiliyor. Bunun üzerine gerçekleri saklayan bu kişiye bir kişi de çıkıp ‘Sen ne biliyorsun da anlatmıyorsun’ diyemiyor. Erdoğan diyor ki ‘Bir çocuğun naaşı üzerinden siyaset yürütülmez.’ Evet, çok doğru, bir çocuğun naaşı üzerinden siyaset yürütülmez de sen Berkin Elvan’ın annesini seçim meydanlarında yuhalattığını ne çabuk unuttun Sayın Erdoğan? Adalet Bakanı, ‘Galip Ensarioğlu’na bildikleri soruldu mu’ sorusuna, ‘Galip Bey bu konuda ne demek istediğini basın mensuplarına açıkladı, burada dosyanın gizliliğine vurgu yaptı’ diyor. Soruşturmanın gizliliği devam ederken televizyonlarda çarşaf çarşaf ifadelerin yayınlandığını bilmediğimizi zannediyor herhalde. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı ise 19 gün boyunca ortada yoktu. Kendisine hiçbir şey sorulamadı. Çünkü sekiz yaşında bir çocuğun can verdiği, iki yaşında bir bebeğin istismara uğradığı günlerde kendileri Bodrum’da tatildeydi.
“Eğer gerçek sorumlular hukuk karşısında hesap vermezlerse başka Narinler de olacak”
Narin kızımızın naaşının bulunmasının ardından yayın yasağı kaldırıldı ama soruşturmanın gizliliğinin devam ettiği unutuldu ya da unutturuldu. Cumhuriyet Savcılığı tarafından yürütülen bütün soruşturmalar kural olarak üçüncü kişiler açısından gizlidir. Soruşturmanın tarafları açısından da hakim kararıyla gizliliğe karar verilebilir. Ancak ortada hukuken açıklanamayan bir durum var. Mesela, delil toplama aşamasında çok ciddi zafiyetler var. Jandarma, adeta halkın beyanı üzerinden bir soruşturma yürütüyor. Yönlendirmelerle delil topluyor. Arama çalışmalarını yine köyde yaşayan ve bu cinayetin şüphelilerinin yönlendirmeleri doğrultusunda yapıyor. Soruşturmadaki belgelerin, ifade tutanaklarının, delillerin yayınlanması ne yazık ki bazı delillerin karartılmasına, şüphelilerin ifadelerini organize etmelerine neden oldu. Tüm bunlar da etkin bir soruşturma yapılmasını engelledi. Biz CHP olarak çocuklarımızın geleceğinin güvencede olabilmesi için bu dosyayı sonuna kadar takip edeceğiz. Bu dosyanın unutturulmasına izin vermeyeceğiz. Çünkü biliyoruz ve uyarıyoruz: Eğer gerçek sorumlular hukuk karşısında hesap vermezlerse başka Narinler de olacak.
“Bak Yusuf Tekin, bunun adı sessiz devrim değildir. Olsa olsa çağdaş ve laik Türk Milli Eğitim sistemine darbe girişimidir”
Kurduğu her cümlede gerici zihniyetini ilan eden, attığı her adımda laik, demokratik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ne duyduğu nefretini ayan beyan ifşa eden ve maalesef Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) başında olan bir kişi var. Türkiye’de eğitimde sessiz bir devrim gerçekleştirdiğini söylemiş. Bu ifade küstahça, pişkince ve şuursuzca söylenmiş bir itiraftır. Pırıl pırıl çocuklarımızı imzaladığı protokollerle cemaat ve tarikatların kucağına iten, tüm okullarımıza adeta medrese müfredatını sokan bu zatın her hamlesi bir gericilik örneğidir, her hamlesi Milli Eğitime ihanettir. Yusuf Tekin’in başında olduğu MEB’de öğretmene atama yok ama ‘foncu’ diyerek hakaret etmek var. Öğretmen maaşlarında eşitlik yok ama protesto hakkını kullanan öğretmeni yerlerde sürüklemek var. Bilimin esamesi yok ama Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli saçmalığıyla çocuklarımızı laik, çağdaş ve bilimin ışığındaki eğitimden uzaklaştırmak var. ÇEDES denilen ucube projelerle körpe yavrularımızı tabut başında ağlatmak var. Bana bak Yusuf Tekin, bunun adı sessiz devrim değildir; bunun adı olsa olsa çağdaş ve laik Türk Milli Eğitim sistemine darbe girişimidir. Ama hiç heveslenme, o darbe girişimin asla ve asla başarıya ulaşmayacak.
“Ebeveynlere, ‘Çocuğunu okutursan cemaate teslim edeceksin. Etmezsen de okutamayacaksın’ seçimi dayatılıyor”
Milli Eğitim sistemimizdeki bir garabetten daha bahsedeceğim. Geçtiğimiz günlerde, Taşımalı Eğitim Yönetmeliği’nde yapılan bir değişiklikle taşımalı eğitimin kapsamı 50 kilometreden 30 kilometreye düşürüldü. Tasarruf adı altında çocuklarımızın eğitim hakkı ellerinden alınıyor. Birçok veli, çocuğunu okula göndermemeyi düşünüyor. Neden mi? Çünkü AKP iktidarının yıllardır besleyip palazlandırdığını tarikat ve cemaatlerin yurtlardaki baskıları biliyorlar. Bu değişiklik ebeveynlere, ‘Çocuğunu okutursan cemaate teslim edeceksin. Etmezsen de okutamayacaksın’ seçimini dayatıyor. Çok yakın geçmişte tarikat ve cemaat yurtlarında çocuklarımızın yaşadıklarını hepimiz biliyoruz. Yeri okul olan ama bu kaygılarla okula gönderilmeyen çocuklarımız ne yapacak? ya gidip çalışacak ya da evlendirilecek. Bakın, buradan AKP iktidarının uyarıyoruz: Bu yaptığınız çocuk işçi sayını arttırır, erken yaşta evliliğin önünü açar, çocuklarımızın geleceğinin tarikatların, cemaatlerin elinde yok olmasına neden olur.
“AKP iktidarı; tarikatları, cemaatleri besleyen, çocukları aç bırakan iktidar olarak tarihe geçmiştir”
Geçtiğimiz hafta okullar açıldı. Veliler çaresiz. Milyonlarca çocuk okula boş beslenme çantasıyla gidiyor. Geçen yıl bir beslenme çantasının haftalık maliyeti yaklaşık 200 lirayken bu yıl yüzde 282’lik bir artışla bu rakam 750 liralara fırladı. 21’inci yüzyılda açlıktan okulda bayılan, fenalaşan öğrenciler karşısında insan olan herkesin vicdanı sızlar ama AKP’nin sızlamıyor. MEB, bütçesini gelişim çağındaki çocukların yemeğine değil, tarikat ve cemaatlere aktarmayı tercih ediyor. Çocuklara tercih ettiğiniz tarikatlar ve cemaatler batsın. AKP iktidarı; tarikatları, cemaatleri besleyen, çocukları aç bırakan iktidar olarak tarihe geçmiştir. AKP iktidarları çocuk yoksulluğunun iktidarlarıdır. Buradan söz veriyoruz: İktidara geldiğimizde çocuk yoksulluğunu bitireceğiz, okul çağındaki çocuklarımızın beslenme sorununu çözeceğiz. AKP iktidarının eğitim sisteminde bıraktığı hasar, CHP iktidarında hızla giderilecek. Kapanan köy okulları, kadrolu ve güvenceli öğretmen atamaları yapılarak nitelikli bir hale getirilerek yeniden açılacak.
“Ayşenur Ezgi Eygi’nin davasının takipçisi Türkiye Cumhuriyeti olmalıdır”
Hamas terör örgütünün 7 Ekim 2023’te başlattığı saldırılardan bu yana İsrail’in yaptığı katliamlar, işlediği savaş suçları neticesinde çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere, 40 binden fazla insan hayatını kaybetti. İsrail’in uygulamış olduğu devlet terörü o kadar çığırından çıkmış durumda ki keskin nişancıyla aktivistleri dahi katlediyor. 6 Eylül’de, Ayşenur Ezgi Eygi’yi başından vurarak katleden İsrail, kadınlardan ve çocuklardan o kadar korkuyor ki her gün onlarca çocuk ve kadının üzerine bombalar yağdırıyor. Ayşenur Ezgi Eygi gibi aktivistleri keskin nişancılarıyla katlediyor. Türk ve ABD vatandaşı olan Ayşenur Ezgi Eygi için ABD de soruşturma başlattığını cılız birtakım açıklamalarla duyurdu. Bu olay bize şunu gösterdi: ABD için kendi vatandaşı olsa dahi bir Türk’ün ölümü mühim bir mesele değildir. Ayşenur Ezgi Eygi’nin davasının takipçisi Türkiye Cumhuriyeti olmalıdır.
“AKP ve Erdoğan yüzünden Türkiye Cumhuriyeti pasaportu gün geçtikçe değer ve itibar kaybediyor”
Daha önce de belirttiğimiz gibi, AKP ve Erdoğan yüzünden Türkiye Cumhuriyeti pasaportu gün geçtikçe değer ve itibar kaybediyor. Ülkeye doldurdukları sığınmacı ve kaçaklardan dolayı Avrupa Birliği (AB) ülkeleri Türk vatandaşlarına değil vize vermeyi, vize randevusu dahi vermiyor, yapılan başvuruların çoğu reddediliyor. 2023 yılında Türk vatandaşlarının 170 bin Schengen başvurusu reddedildi. Bu 170 bin vize reddinin 55 bini Almanya’ya ait. Almanya 2023 yılında en çok Türk vize başvurusunu reddeden ülke konumunda. Hal böyleyken 16 Eylül’de tüm kara sınırlarında pasaport kontrolüne başlayan Almanya, bu uygulamayı altı ay sürdürdükten sonra uzatıp uzatmamayı tekrar değerlendirecek ve emin olun ki Almanya bu uygulamayı uzatacaktır. Her ne kadar Almanya Ankara Büyükelçiliği konuyla ilgili açıklama yaparak ‘Türkiye için vize prosedürü normal şekilde işleyecek’ dese de Türk vatandaşları bu durumdan etkilenecektir. Çünkü İran, geçtiğimiz hafta ülkesinde bulunan 2 milyon Afgan kaçağı sınır dışı edeceğini duyurdu ancak nereye sınır dışı edeceğini de açıklamadı. 2 milyon Afgan’ın da önemli bir bölümünün Türkiye’ye, Türkiye üzerinden Avrupa’ya yönelmesi de kuvvetle muhtemeldir. Kaldı ki Almanya Ankara Büyükelçiliği, vize verme sürecinin normal olarak işleyeceğini açıklasa da şu an normalleşmiş olan, her üç başvurudan birinin reddedilmesi ve alınamayan randevulardır. Bu konuda Almanya’yı eleştirmiyoruz. Alman yöneticiler kendi ülkelerini korumaya çalışıyorlar. Biz ülkesini korumayan, koruyamayan, açık kapı politikasıyla ne idüğü belirsiz on binlerce sığınmacı ve kaçağı ülkesine dolduran, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinden vize alamamamıza neden olan Erdoğan ve AKP’yi eleştiriyoruz. Katil midir, terörist midir, tecavüzcü müdür, hırlı mıdır, hırsız mıdır belli olmayan milyonlarca Suriyeli, Afgan, Iraklı, Pakistanlıyı ülkeye dolduran AKP ve Erdoğan yüzünden artık milletimiz sokağa çıkmaya çekinir oldu. Akkuyu Nükleer Santrali’nin inşaatında işe girmiş, çalışan IŞİD militanı yakalandı. Var mı daha ötesi? Avrupa ülkeleri bize neden vize versin?
“Türkiye’yi sizin çağdışı karanlığınızdan en kısa zamanda kurtaracağız”
Dün Lübnan’da bir saldırı gerçekleşti. Saldırıda tek kurşun sıkılmadan 12 kişi öldü, 2 bin 800 kişi de yaralandı. Ağırlıklı kanaat, saldırıyı İsrail’in yaptığı görüşünde. Aynı anda yaklaşık 3 bin çağrı cihazını patlatan bir siber saldırı Hizbullah’ı felç etti. Savaş kavramı, bu saldırıyla başka bir boyuta taşındı. Adamlar tek tuşla tek mermi atmadan çağrı cihazlarını patlatarak 3 bin kişiye zarar veriyor, bizim akıl küpleri ‘Anayasa’nın dördüncü maddesi olsun mu, laiklik olsun mu, olmasın mı’ derdinde. Milli telefonumuz yok, milli yazılımımız yok. Bunları üretecek insan kaynağını yetiştirmekle yükümlü MEB ise çocuklarımızı tarikatlara, cemaatlere teslim etmiş; sınıfta kefen sarma, ağıt yakma eğitimi veriyor. Son yaşanan olaylara ve küresel gelişmelere baktığımızda açıkça görüyoruz ki artık teknolojik gelişmeleri takip etmek neredeyse bir varoluş mücadelesi haline geldi. 22 yıllık iktidar sarhoşluğundan bu küresel tehlikeyi göremeyen AKP iktidarına sesleniyoruz: Siz de yönetme biçiminiz de söylemleriniz de artık çağ dışı kaldı. Türkiye’yi sizin çağ dışı karanlığınızdan en kısa zamanda kurtaracağız.”
“HÜDA PAR Genel Başkanının yaptığı hadsiz, küstahça, meydan okuyan açıklamalarına en üst perdeden tepkiler geldi. Erdoğan açıklama yapmaya mecbur kaldı”
Yücel, açıklamasının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Yücel, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Anayasa’nın dördüncü maddesine ilişkin tartışmalar hakkında “Maksimalist söylemler tartışmalara ket vurur. Cumhur İttifakı’nın ilk dört maddeyle ilgili bir sıkıntısı yoktur” açıklamasını şöyle değerlendirdi:
“Sayın Erdoğan nabza göre şerbet vermeyi, gel gitler yaşamayı çok iyi yapıyor. Bunu da hepimiz yıllardır görüyoruz, yaşıyoruz. 14 Mayıs seçimlerinde TBMM’ye taşıdıkları Gaffar Okan’ın katillerin avukatlığını yapan, 2014 yılında Hizbullah’ın sözcülüğünü yaparak ‘Hizbullah canlı ve silahlıdır’ diye demeç veren HÜDA PAR Genel Başkanının yaptığı hadsiz, küstahça, meydan okuyan açıklamalarına toplumun geniş bir kesiminden en üst perdeden, en sert şekilde tepkiler geldi. Bu tepkiler geldikten sonra Sayın Erdoğan, böyle bir açıklama yapma yoluna gitti. Burada şunu ifade edeyim: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin niteliklerini, bölünmez bütünlüğünü, bayrağımızı, dilimizi, İstiklal Marşımızı ve tabii ki Türkiye Cumhuriyeti’ni, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde Cumhuriyeti laiklikten, laikliği Cumhuriyet’ten ayıramazsınız. Dolayısıyla laiklik ilkesini kimse tartışmaya açmaya kalkmasın. Meclis’e kendi taşıdıkları üç beş oy uğruna ittifak yaptıkları bu hadsiz açıklamaları, AKP’nin ve onların bilgisi olmadan yapmaları mümkün değil. En sert ve en ağır şekilde tepkiyi gördüler ve Sayın Erdoğan da böyle bir açıklama yapmaya mecbur kaldı.
“Demokratikleşme konusundaki samimi tavırlarını ve iradelerini gösterecekler ancak o zaman Anayasa konusunda masaya otururuz”
Yücel, “Anayasa değişikliği çalışmasına CHP’nin kapısı açık olacak mı” sorusunu şöyle yanıtladı:
“Biz Anayasa’yı tanımayan, AYM kararlarını tanımayan, Anayasa’nın açık hükümlerini yok sayan bir anlayışla zaten Anayasa değişikliği için masaya oturmayız. Önce Anayasa’nın açık hükümlerini tanıyacaklar. Anayasa’nın 153’üncü maddesini, AYM kararlarını uygulayacaklar. Türkiye’de gerçekten bir şeyleri düzeltme, iyileştirme, demokratikleşme konusundaki samimi tavırlarını ve iradelerini gösterecekler ancak ve ancak o zaman anayasa konusunda masaya otururuz. Ancak böyle samimiyetsiz bir anlayışla CHP’nin anayasa tartışması söz konusu olamaz.”